Chuang Tzu rüyasında kelebek olduğunu görür. Özgürce uçmaktadır. Bir günlük ömrünün sonunda uyanır. Artık rüyasında kelebek olduğunu gören Tzu mu, yoksa rüyasında Tzu olduğunu gören bir kelebek mi olduğundan emin değildir...
Ağır bir yazı olacak.
Önceki birkaç yazımızda bahsettiğim Holografik evren ve buna temel aldığımız kaotik enformasyon yaklaşımı çerçevemiz olacak. Panteizmin kıyısında balık tutacağız biraz.
bkz; kaotik evren
Giriş
Evrenin en karmaşık yapısı olan insan beyni ve onun üst faaliyeti olan bilincin, şu varoluşun kaos-düzen skalasında nasıl da en uç sınırda olduğunu görüp te şaşırmamak elde değil.
Kaotik temelleri olan evrenimizin sınırlarını deneyimlemek için hiç te öyle uzaklara gitmemize gerek yok. Bir karadeliğin sınırında, bir atomaltı parçacığın doğasında, insan bilincinde deneyimlemek mümkün.
- Karadelikler, yüzeyinde evrendeki entropinin en üst limite ulaştığı bir uç sınır. Bu yüzden sağduyuya uydurmakta zorlandığımız, fiziğin yetersiz geldiği fenomenlerin sahne alanına dönüşüyor.
- Atomaltı kuantalar hakkında daha geniş bilgiye sahibiz, çünkü gözlem ve deney daha kolay bir karadeliğe göre. Rasyonel mantığımıza uymayan, yine klasik fiziğin ötesinde fenomenlerin hakim olduğu başka bir fiziğe giriş yapıyoruz.
- İnsan Bilinci de, Kuantum düzeyine inen kusursuz düzeni ile evren dokusu yüzeyinde oluşabilecek enformatif entropisi en düşük bir yapının, insan beyninin alameti-farikası.
İşi burada bilimin ötesine taşımaya niyetim yok. Ben rasyonel düşünceye inanan bir insanım.
Evrenimizin bu üç sınır noktasının benzerliklerini, ilişkilerini ve yarattığı spekülatif ve felsefi sonuçlarını tartışacağım bugün.
Determinizmin Sınırları
Tarihimiz boyunca bilimsel metodolojiyi geliştirirken çok acılar çektik.. Yanılgılarımızdan ötürü çok kan döktük. Bu noktaya kolay gelmedik. Varoluşun gerçek dilini anlayana kadar rasyonel olmayan birçok sistemi denedik. Kimi dine dönüştü, kimi idealize edildi, kimi ise tarih oldu..
Şimdi ise evrenin dilinin yüzeysel bir tercümesi diyebileceğimiz determinist düşünceyi, evren dokusunun doğasını ve işleyişini görerek benimsedik.
Determinizm bize evrendeki tüm olaylarda nedenselliğin, entropi artışının, yerellik ilkesinin hakim olduğunu, her şeyin mantıklı bir açıklamasının mümkün olduğunu söyler.
Aynı zamanda varoluş içinde tanımladığımız her şeyin teorik limitleri olması gerektiğini de söyler.
Karadelikler mesela evrenin limitidir. Yüzeyinde zaman oku ezilerek yassılaşır. Bize göre yavaşlayıp donar, karadeliğe göre de hızlanarak sonsuza gider. Bu bize karadelik yüzeyinin, uzayın sınırı olduğu gibi zamanın da gerçek bir sınırı olduğunu söyler. Geçmişiyle geleceğiyle...
Fiziksel entropi bu yüzeyde en yüksek sınıra ulaşır. Bilgi namına hiç bir şeyden söz edilemeyecek kadar. Evrenimize göre mutlak bilgi yokluğu, yani hiçlik bölgesinin başlangıcıdır burası. O yeni bölge için ise biz hiçlik bölgesiyiz haliyle.
Enformasyon, karadeliklerin yüzeyinde iki boyutlu bir sınıra kodlanır. Her yerde üç boyutlu bir hacme yayılırken.. Varoluşun holografik doğası bu sınırda kendini ele verir.
Yani kozmos karadeliği görmezden gelir, etkisine maruz kaldıkça da kendi determinist doğasını savunur. Bunun için de karadeliği tıpkı bir kuantum parçacığı gibi görmeye başlar. Böylece dokusuna eklemlemiş, düzenini bozmamış olur.
Karadelikler ile kuantum parçacıkların, özellikle fermiyonların doğası ilginç bir şekilde birbirine benzer. İkisi de elektrik yükü içerir. ikisi de belirli bir kütle-enerjiye sahiptir. İkisi de spine sahiptir. İkisinin de elektromanyetik alan etkileşimi mevcuttur. İkisinin de fiziksel olmayan, uzay zamanın üc boyutlu yapısına uymayan matematiksel sınırları vardır. İkisi de zamanla bozunuma uğrar. Zaten başka bir tanım kalmadı..
İkisinin de gerçek bir hacimleri yok, rengi yok şekli yok, farklı türden tanımlanabilecek spesifik başka hiçbir özelliği yok. Üçbeş şeyle bir fermiyonu veya bir karadeliği tanımlamak yeterli oluyor. Karadelikler devasa bir kuantum parçacığından farksız bir yerde.
Ya da evren, çökerek hacmini yok eden bir yıldızı artık böyle görmek istiyor.
Kuantaların karadeliklerden farkı
Karadeliklerin klasik fiziğe göre davranıp, kuantum parçacıkların probabilistik kuantum fiziğine göre davranmasıdır.
Fakat kuantum fiziği, bütün varoluşu kapsayan çatı bir fizik alanı. Klasik diye tabir ettiğimiz görelilik gibi, newton fiziği gibi yaklaşımlar ise bunun içindeki küçük kümelerden ibaret.
Burada her ne kadar koskoca bir karadeliğin (veya yıldızların, gezegenlerin..) kuantum tünelleme yapamadığını, dolanık davranamadığını veya bir olasılık bulutu doğasında olmadığını görsek te makro dünyayı kuantum evreninin düğüm noktaları gibi görebiliriz.
Bir kuantum parçacık küçük bir enerji paketçiğidir. Enerji ise bağımsız kütlesi veya hacmi olmayan bir dalga. Yerellik ilkesinin zorunlu kıldığı lokal sınırlamalar; bu dalgaları kütlesi veya hacmi varmış gibi, birincil bir nitelik olmayan, aslında enformatif bir sahte etkiden ibaret olan idealist bir davranış paterni göstermeye zorlar. Bu etki oluşturabilme alanı olarak tabir edebileceğimiz enformasyon yapıları, birbirlerini değiştirdikleri için kütle, hacim, elektromanyetik etki gibi bizim klasik fizik dünyamızda gözlemleyebileceğimiz türden etki üretirler.
Bu kavramlar fiziksel bir gerçeklik değildir. Sadece kuantum dünyasının kaotik birer yan etkilerinden ibarettir.
Tıpkı bir televizyon ekranındaki görüntünün aslında üç tipten ibaret olan kırmızı, mavi, yeşil piksellerin yanıp sönmeleri, gerçek olanın o minicik yanıp sönen ışık kaynakları olmasına rağmen, ekranda oluşan bir insan figürünün gerçek sanılması gibi... Görüntüler sadece bir etki ve efekttir. Tabi bu yanılsamayı yaratabilmek için altında sağlam bir mühendislik var.
Evren ise bu sahneyi kendiliğinden kurar. Daha doğrusu milyarlarca yıl içinde gelişen doğal bir zorunluluktur bu.
Kuantum dünyasında bir elektron, bir kuark veya bir foton kesinlikle olasılıkçı davranmak zorundadır. Yani bulunduğu enerji alanı içerisinde, her yerde aynı anda bulunmak zorundadır. Bize sahte bir bulut görüntüsü verir. Bu diğer özellikleri için de geçerli.
Mesela bir elektronun atom çekirdeği etrafındaki yörüngesinde anlık nerede olduğunu sormak anlamsızdır. Her an heryerdedir. Kinetik bir etkileşim oluşursa işler değişir.
Dekoheransın Doğası
Dışarından gelen bir elektromanyetik enerji etkisi (yani bir foton) elektronun potansiyel enerji düzeyini aşarsa Elektronumuz bir üst yörüngeye tünelleme yapar. Işınlanır bir nevi. Etki geçtiğinde ise foton olarak geri salar ve alt yörüngeye tüneller kendisini. Eğer yeterince büyük bir kinetik etkiye maruz kalırsa, çekirdekteki protonla kurduğu potansiyel enerji eşleşmesinden kurtulur ve tünelleme yapmadan, bir parçacığa dönüşerek atomdan kurtulur. Hareket eder.
Yani kuantum fiziğine göre değil, klasik fiziğe göre davranır. Fırlayan bir top gibi.
Burada aslında elektronumuz bir fiziği bırakıp başka bir fiziğe göre hareket etmez. Hareket ettiği fizik tektir. O tünelleme yapmak, her an heryerde olmak yerine top gibi fırlayan elektron, aslında kendi kararlılığını sağladığı çekirdekle karşılıklı kurulan potansiyel enerji durumunu kaybetmiştir. Kararlılığını, yani doğasını yansıtabileceği potansiyel enerji eşiği öylesine düşmüştür ki, evrenin vakum enerjisi, o potansiyel eşiğin üstünde kalıp baskın gelmeye başlar. Bu da elektronu sürekli bir etkileşim içinde bırakır. Oluşan etkileşim darbelerinin zaman aralığı planck zamanına kadar indiği için elektron sürekli kendi daralıp hapsolan alanı içinde tüneller durur.
Ekranda sırayla yanıp yanıp sönen pikseller gibi. Uzaktan baktığımızda hareket ediyor sanırız ama aslında pikseller sırayla yanıp sönüyordur sürekli. Bir televizyon ekranında saniyede 120 defa. Evrende ise en küçük zaman birimi olan planck zamanı ölçeğinde. Hareket ve kazanılan hacim, kütle hepsi sonuçta birer yanılsamadır.
Eğer vakum enerjisi daha yüksek olsaydı Kuantum nesnelerin bu olasılıkçı fizikten klasik fiziğe geçişi, yani dekoheransın eşiği daha yukarıda olacaktı. Dalga fonksiyonu çok daha zor çökecekti. Bu yüzden olasılıkçı doğa daha baskın olup bir atom bile oluşamayacaktı.
Atom yerine başka şeyler oluşur muydu, yoksa atomları oluşturan bu fermiyon-bozon sistemi son eşik mi, daha azı olsaydı evrende hacim, kütle hiç oluşmayacak mıydı bunu bilemem.
Karadeliklere gelirsek.....
E karadeliğe bir tane foton gelip çarpmıyor ki? Trilyon çarpı trilyon... bilmem ne kadar sayıda, sürekli evrendeki diğer enformatif yapılarla etkileşim içerisinde.... ışık, madde, enerji... Yoksa kaderi o elektronun kaderinden farksız olurdu.
Yorum
Özetle; klasik fizik, kuantum fiziğinden çıkan bir efekt ise, kuantum fiziği de evrenin de kavramsal veya töz olarak kaynağı olan kaotik bir enformasyon denizinin efektinden ibaret ise,
Atomlar ve moleküller de klasik fiziğin gerçeklik yanılsaması veren, alanların karmaşık etkileşimlerini yansıtan birer efektten ibaret ise,
Bilinç te bir efekttir. Aslında varlık olarak tanımlayabileceğimiz herşey birbirinden doğan yanılsamalardan ibarettir. Kökeni ise bize tamamen kapalı olan, belki matematiksel, belki soyut, belki kaotik, belki döngüsel, belki de tanrı diyebileceğimiz bir tözdür. Belki de töz diyebileceğimiz mutlak bir varlık yoktur.
Evren nasıl ki kozmik bir ufkun veya düzlemin holografik yansımasından ibaret ve bu düzlemde hacim ve zaman yok ise, bütün evrenin enformasyonu üstüste girift bir şekilde var ise, biz onun zaman akışıyla çözümlenmiş görüntüsünü deneyimliyorsak bilinç te öyledir. bütünün bir parçasıdır.
Evren bütünlüğünü korumaya ihtiyaç duymaz. Ancak yerellik ilkesi kozmik düzlemde geçersiz olduğu ve bu kuantum fiziğinin temeli olduğu için bütünsel olarak kendisini deneyimler. Bilinç te bu deneyim mekaniklerinin olası en karmaşık ve en gelişmiş parçasıdır belki de.
Bu çıkarımı Panteizmden, evreni kendisini deneyimleyen bir tanrıdan ayırmak gerek.
Tanrı fikri insan doğasının übermencht bir tezahürüdür. İnsan özgür iradesiyle kararlar alabildiğini düşünür. eylemde bulunur. Çevresini rastgele isteklerine göre değiştirip düzenleyebilir. Kendisi dahil.
Evrenin ise bunu yapabildiğini düşünmüyorum.
'' Sıkıldım ya, şuramdaki fizik kanununu bir değiştireyim bakalım ne olacak görelim'' diyeceğini hiç sanmıyorum.
Doğu mistisizmindeki edilgen tanrı tezahürüne yakın diyebilir miyiz? belki.....
ama şunu sormak durumundayım. Güç veya irade gibi insan eylemlerinin kavramsal ölçütlerine uymak zorunda mı? Kendi kavramlarımızla koca evreni tanımlamaya kalkıyoruz.
Bence bırakalım o bizi tanımlasın. Biz de sadece gözlemleyelim.

Yorumlar
Yorum Gönder